Bu sempozyumda atölye sunumu için davet aldığımda nasıl bir şey hazırlamalıyım diye zihnim oradan oraya savruldu. Zira okul ortamında çalışmayı bırakalı epey olmuştu. Mezun değil ama okulculuktan emekli olmuştum. Birbirimizin hayatlarına değdiğimiz öğrencilerimi ve hikayelerini düşünmeye başladım. Birinin hikayesini mi anlatmalıydım? Neresinden tutmalıydım? Başta savrulma dedim çünkü onların hikayelerini düşünüp bende olana kafa yormamıştım. Bu zihinsel savrulmayı toparlamak ve bendeki durumu da anlamak için kavramlar üzerinden yola çıkmaya karar verdim. Öncelikle “yatılı” ne demek buna bir bakalım.
TDK’ya göre;
Yatılı: Geceleri de kalınıp yatılan yer (okul vb.), leyli.
Yatılı okul: Öğrencilerin tümünü ya da büyük bir bölümünü gece de barındıran ve onların yeme içme yanında öteki günlük gereksinmelerini karşılayan okul.
Yatakhane: 1. Okul, fabrika vb. yerlerde yatakların konulduğu yer. 2. Yatılı okullarda, yurtlarda ve kışlada yatılan yer.
Yatakhane için söylenen bir diğer kavram,
Yurt: Bu kelimenin dokuz anlamı var. Ben ikisini kullanacağım. 1. Bakıma ve barınmaya muhtaç bir grup insanın oturduğu, yetiştirildiği veya bakıldığı kurum. 2. Öğrencilerin kaldığı, barındığı yer.
Mezuniyet: 1. Okulu bitirme. 2. İzinli olma durumu 3. Yetki.
Ayrılık: 1. Ayrı olma durumu. 2. Birinden uzak düşme, firak, firkat:
Veda: Ayrılırken birbirine selam ve esenlik dileme.
Ev: 1. Yalnız bir ailenin oturabileceği biçimde yapılmış yapı. 2. Bir kimsenin veya ailenin içinde yaşadığı yer, konut, hane: Ev kelimesi bende yuva kelimesini de çağrıştırdı.
Yuva: Bu kelimenin de sekiz anlamı var. Ben üçünü kullanacağım. 1. Genellikle ailenin oturduğu ev. 2. Kimsesizlere veya yoksullara yardım etmek ve onları barındırmak amacıyla açılan yer. 3. Bir şeyin öğretildiği yer.
Yakın zamanda ve çok erken kaybettiğimiz kıymetli hocamız İskender Savaşır “Yuva ve Yol Üzerine Serbest Çağrışımlar” yazısında; “yuvaya dair ilk (ama son değil) imgemizin, daha öncesinden değilse de bebeklikten kaynaklandığını söyler. Ana kucağında geçirilen süre, bir anlamda, rahim içi hayatın bir devamıdır “Rahmet” ve “rahman” kelimeleri ilk anlamlarını burada bulur. Ana kucağı, memesi doyurucu olduğu kadar boğucu da olabilir. Herkesin “ben” diyebilmesi için ana kucağından kopmaya ihtiyacı vardır. Savaşır bu kopma ihtiyacı ile ilgili şöyle devam eder. İnsan gönülsüz ve hazırlıksız olarak da yola koyulmak zorunda kalabilir. Hepimiz hatırlarız okula gitmemek için ağlayarak annesinin eteklerine yapışan o çocukları− ya da kendimiz onlardan biri olmuşuzdur. Anne yorulmuştur, üstelik çocuk açısından bakıldığında da “gözü dışarıda” dır.
“Bu koşullarda, ikame bir eve –anaokuluna, yuvaya, ilkokula, işliğe, atölyeye− kaçış ideal bir kurtuluş olarak görülebilir; görülmelidir. Elbette böyle görülebilmesi için, çocuğun geride bıraktığı evin göçmeyeceğine, döndüğünde onu yeniden bulabileceğine dair temel güveninin −belki nice zaman sonra bir yanılsamadan ibaret olduğunu keşfedeceği temel güvenin− yerleşmiş olması gerekir. Demek ki, ilk krizin yuvada yaşandığını, ideal koşullarda okulla tanışmanın kriz değil, krizden kurtuluş olduğunu söylemiş olduk.
”Şimdi de öğrenme ilişkileri kitabıyla eğitim ortamında psikanalize dair çokça faydalandığımız Biddy Youell ayrılık, sonlanma ile ilgili neler söylüyor birlikte buna da bakalım:
“Ayrılık, kayıp ve değişim, acı dolu olabilir ancak büyüme süreçleri, gelişmeyle içsel gücü bağlantılandıran çok önemli deneyimlerdir. Gelişen birey, daha sonraki kayıp ve geçişlerle baş edebilmek için, bebeklikte ve erken çocuklukta binlerce defa küçük ‘başlangıç ile sondan’ geçmek zorunda kalır. Her bir sonlanma ne kadar küçük olursa olsun, bir çeşit kayıp içerir. Her başlangıç, ne kadar küçük olursa olsun, bilinmeyenle karşılaşmanın getirdiği bir kaygıyı beraberinde bulundurur.”
“Annesi ve/veya bakım vereniyle iyi bir uyum yakalama şansına sahip bir bebek, ileride de ayrışma, dolayısıyla da öğrenmeyle ilgili ilk deneyimleri göreceli olarak kolay baş edilebilir bulur. Sütten kesilme, daha sonraki ayrışma deneyimlerinin ilk örneği gibidir. Sütten kesilme ile annenin işe dönmesi, çocuğu kreşe bırakma gibi daha büyük ve uzun süreli ayrılıklar gelir. Masala inanan çocuğun bu örüntüsü hayatla gelişim devam ettikçe pek değişmez.”
“Kapsanma ve iyi idare edilmiş ayrılma deneyimleri içselleştirilip içe yansıtılarak bireyi iyi bir iç nesneyle güvenli ve esnek bir dünyayla donatır.”
“Okuldan ayrılmak hem öğretmenler hem de öğrenciler için benzer büyüklükte bir olaydır. Bir sonraki aşamanın ne olacağına dair heyecanın yanında, üzüntüyle kayıp hissi ortaya çıkar. Bir okul toplumunun kaybı ve özellikle de okul içindeki daha yakın arkadaşların kaybı çok önemlidir. Bu kayıplar, sütten kesilme, okula başlama, bir yakının ölümü gibi daha önceki kayıplara dair bilinçli ve bilinçdışı olanları da canlandırır. Çocuklar sonlanmalarla baş etmek için çok farklı tarzlar geliştirirler. Hepimizin bir sonlanmanın geldiğini fark etmemek veya en azından kaybedilen unsurları inkâr etmek için yolları vardır.
”Reşat Nuri Güntekin Çalıkuşu’nda; “İnsan, yaşadığı yerlerde beraber bulunduğu insanlara görünmez ince tellerle bağlanırmış; ayrılık vaktinde bu bağlar gerilmeye, kopan keman telleri gibi acı sesler çıkarmaya başlar, hep birinin gönlümüzden kopup ayrılması bir ayrı sızı uyandırırmış. Bunu yazan şair ne kadar haklıymış!” der.
Okuldan, yatakhaneden ayrılmanın arkasında yatan bilinçdışı gündem nedir? Erken dönem deneyimler ve özellikle bebek ile bakım veren arasındaki ilişkinin önemi burada da görülebilir. Tabii bu konuları özellikle bu kavramlardan yola çıkarak ele almamda depremzede çocukların yatılı kaldığı bir deneyime sahip olmam da etkili. Çoğunun yuvası dağılmış, anne babalarını kaybetmişlerdi. Yatılılık bir yandan zorunluluktu. Sadece eğitim için olmayan bir zorunluluk.
Yatılı sorumlusu için ise:
Bu tip duygulara çok sık rastlanır ve bu durumlarla çoğu öğrenci, öğretmen ve okul genellikle baş edebilir. Mezunlar derneği, pilav günleri, burslar vs. bağlantıyı devam ettirme ya da baş etme biçimleri olarak yorumlanabilir. Bu durumla baş edemeyen, ağır yaşayan öğrencilerin fark edilip destek almalarına yardımcı olmak gerekecektir.
Evinden, yuvasından belki de ilk defa ayrılan kişinin yatakhanedeki ilk gecesi genellikle derin bir yalnızlık ve korku içerisindedir. Aslında korktuğu şey sevgi nesnesinin yanında olmamasıdır. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Yatılı kalmaya başlamak genellikle gönüllü olunan bir durum değildir. Yani zaruri bir ayrılık söz konusudur. Evden uzaktaki evde ilk başta yaşanan huzursuzluk, korku, kaygı gibi duygular zamanla yerini çok daha farklı duygulara bırakacaktır.
Gidecek yeri olanlar ile gidecek hiçbir yeri olmayan öğrencilerin bir arada gece gündüz okulda olması ne anlama geliyordu? Hangi duyguları barındırıyordu? Evci olup dört gece kaldıktan sonra evlerine gidebilenler ile 7/24 okulda olan ama gitmek isteseler bile gidebilecekleri yeri olmayanların yaşadığı duygular ne kadar benzer ya da ne kadar farklıydı?
Yatılılık ne hissettiriyor, onlar için ne anlama geliyordu? O yatakhane kimindi, kime aitti aslında? Nasıl bir misafirlikti bu, niye uzun süren bir misafirlikti? Okulda gece yolculuğu muydu? Kimi için zorunluluktur çünkü gidecek başka yeri yoktur. Kimi için kurtuluştur, fırsattır. Çünkü ev tam bir cehennemdir. Kimi için yalnızlıktır. Hem de o kadar kalabalığın içinde. Kimi için heyecandır. Geceleri yetişkinlerin gözleri ortalıktan çekildiğinde maceradır yatılılık. Kimi için hüzündür. Arkada kalanlara veda etmektir. Kimi için olgunlaşmadır. Hayatı ile ilgili neredeyse her türlü sorumluluğu almak zorundadır. Kendi başının çaresine bakmayı öğrenmektedir. Kimi için ailedir. Kendi seçtiği ebeveynleri, kardeşleri, abileri-ablaları vardır. Kimi için ise hapishanedir. Bir öğrencimin ifadesiyle mahkûmun girmek için gönüllü olduğu hapishane.
Tam da bu noktada Mikail Hafström’un yönetmenliğini yaptığı “Ondskan” “Şeytana Karşı” filminden bahsetmek istiyorum. Üvey babasından sürekli şiddet gören Eric Ponti okulda arkadaşlarına karşı şiddet uygular. Ve okuduğu okuldan atılır. Annesi her türlü fedakârlığı göstererek Eric’i liseyi bitirebileceği pahalı bir yatılı okula gönderir. Erik için evden ayrılmak başlangıçta kurtuluş gibi görünse de olaylar beklendiği gibi gelişmez. Erik çok geçmeden yeni okulunun, öğrenciler arasında acımasız bir kast sistemine sahip ve bu sistemin altındakiler için hayatın cehennemden farksız olduğu, öğretmenlerin bile öğrencilerin baskısının altında ezildiği bir hapishane olduğunu fark eder. Gerçek bir yaşam öyküsünden uyarlanmış bu kült filmi tüm eğitimcilere ama en çok yatılı okulda çalışan meslektaşlarıma tavsiye ederim.
Sinema tarihinin kilometre taşlarından olan Yurttaş Kane filminde de yatılı okulda okuyanların çok başarılı olacağını ancak sevgi boşluğunun hiçbir şekilde doldurulmayacağına dair bilgi yer almaktadır.
Yatılı okulda okumanın bir çocuk için ne kadar iyi ne kadar kötü olduğuna dair bir genelleme yapmak çok kolay olmasa gerek. Yatılı okul ile ilgili çok olumlu deneyimleri olanlar kadar ciddi derecede olumsuz deneyimleri olana da rastlamak mümkün. En azından kendi pratiğimde yatılı okulda okumanın olumlu katkıları olanların sayısı daha fazlaydı ya da biz öyle sanıyorduk. Okul, öğretmenler, yatılı sorumluları ve arkadaşları ile yakın ilişki kuran öğrencilerin mezun olma süreçleri çok kolay olmamaktadır. Evlerinden ayrılırken yaşadıkları hüzün, yerini okuldan ayrılma hüznüne bırakacaktır. Çünkü bu ayrılıkla da hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Yeni belirsizlikler, kaygılar, korkular eşlik etmeye başlayacaktır onlara. Yeni durumlara uyum sağlama süreci eser miktarda olsa da sancılı olacaktır. Bir öğrencimin mezun olmamak için “sınıfta kalmak” istediğini söylemesi halen zihnimde yankılanır. Bu şekilde yakın ilişki kuran öğrencilerin yıllar geçse de sıklıkla okullarını ziyaret ettiği görülmektedir. Farklı şehirlerde okusalar bile arkadaşlık bağlarını sıkı bir şekilde devam ettirmektedirler.
Burada yatılılık ile ilgili bir şeyleri anlatırken çok steril bir durumdan bahsettiğimin farkındayım. Şüphesiz travmaları, kötü deneyimleri olan öğrencilerin sayısı da az değil. Mezun olduğuna sevinen, kurtulmuş hisseden, okulun kapısının önünden bir daha geçmek istemeyen öğrenciler de yok değildir.
Bağlanma teorisinin kuramcılarından John Bowlby, 7 yaşındayken ağabeyi Tony ile yatılı okula gönderilmiştir. Bowlby’nin orada iyi anıları olmamıştır. O dönem ile ilgili “o yaşta bir köpeği bile yatılı okula göndermeyeceğini” ve “Kötü evler iyi kurumlardan daha iyidir.” demiştir.
George Orwell ise; “Birçok çocuk için yatılı okulun eskiden olduğu kadar korkunç olmadığını hala söyleyemeyiz. Tanrı bir tarafa; dayak, sınıf ayrımları ve cinsel tabular, korku, nefret, züppelik ve yanlış anlama hala orada var olabilir.” der.
Tüm bu iyisiyle, kötüsüyle spor saatleri, etüt saatleri, bilgisayar kullanma zamanları, tv izleme saatleri, üç öğün yemekleri, ara beslenmeleri, özel günlerdeki eğlenceleri, kurdukları yakın ilişkileri gibi koşullar sağlansa bile yıllarca evci/daimî yatılı kalan öğrenciler o süre zarfında ailelerinin yanında yaşamış ve mezun olsalardı ne değişirdi? Ne iyi ne kötü olurdu? Bu soruların cevaplarını sıklıkla düşünürüm. Belki de şimdi birlikte düşünüp, tartışabiliriz.
Cengiz İpek
Okul ve Psikanaliz Sempozyumu – 13
Vedanın Zamanı: Mezuniyet*Olgu Sunumu
22 Şubat 2020
Güntekin, R. N. (2019). Çalıkuşu. R. N. Güntekin içinde, Çalıkuşu (s. 217). İstanbul: İnkılap Yayınevi.
Kitap ve İnsan. (2017). www.kitapveinsan.com: https://kitapveinsan.com/j-bowbly-7-yasinda-bir-kopegi-bile-yatili-okula-gondermem/ adresinden alındı
NTV. (2004). NTV: http://arsiv.ntv.com.tr/news/269013.asp adresinden alındı
Savaşır, İ. (2006). İskender Savaşır. www.iskendersavasir.com: http://iskendersavasir.com/wp-content/uploads/2020/04/Yuva-ve-Yol-biri-Dergisi-Say%C4%B1-3-2006.pdf adresinden alındı
Sözlükleri, T. D. (2019). Türk Dil Kurumu Sözlükleri. https://sozluk.gov.tr/. adresinden alındı